Meclis görüşmeleri başlamadan önce bile oradaki Anayasa
oylamalarından “hayır” sonucu çıkması olasılığı ortadan kalkmıştı. Benim
görüşüm, referandumda “diktatörlüğe hayır” denilmesi olasılığının,
Meclis’te önceden bağlanmış oylamadan daha yüksek olduğuydu. Halen bu
görüşteyim. Kitleleri kontrol etmek, 340 milletvekilini kontrol etmekten
daha zordur. Bu nedenle, Meclis oylamasına fazla bel bağlamış olup
şimdi referandum öncesi umutsuzluk pompalayanlara, "başkancı" diktaya
karşı durulamayacağını söyleyenlere karşı çok hızlı bir güven aşılama
hamlesine ihtiyaç var.
Aslında iktidar da halkoylamasında işinin daha zor olacağının farkında. Dolayısıyla iki şey yapacak: Birincisi, halkın doğru bilgilendirilmesinin önünü daha fazla tıkayacak (bu, medyanın son bağımsız kalıntılarına kapsamlı bir müdahaleyi içerebilir); ikincisi, sandık ve sayım güvenliğini iyice aşındıracak (yani kendisi açısından işi seçmen tercihlerine/şansa bırakmayacak). Tabii bir üçüncü imkânı daha var: 2015 Haziran-Kasım arasındaki gibi tırmandırılan korku üzerinden istikrarsızlığa yol vermek. Ama bu üçüncüsünün her zaman lehte çalışacağına dair bir kesinlik yok. Hatta artık aleyhe çalışma olasılığı yükseliyor. Çünkü Suriye müdahalesinden sonra oradan da ciddi kayıplar gelmeye başlaması, iktidar seçmenini bile kaygılandırmaya başlamış durumda.
Pazar günü İzmir’in bir köyündeydim. İktidar partisine yakın duran, ama CHP’li belediyelerle de işini çözen köy muhtarı, konuşmamızda, “bu kadar çok aldatıldığını söyleyen bir insan bir de her yetkiyi kendisinde toplarsa onun yanlışlarını kim nasıl düzeltebilecek” sorusunu sorabiliyordu. Bu sağduyu, iktidarın aleyhine çalışacaktır. Kitleler henüz iktidarın gerçek toplum projesinin (İhvan rejiminin) tam farkında olmayabilir, buna karşı çıkışlarda yarılmalar da olabilir; ama kişisel dikta projesi çok görünür duruma geldi. Erdoğan'ın acelesi var; dolayısıyla kitlelerin ikna edilmesi garantiye alınmadan yeni rejim anayasası çok hızlı bir biçimde ilerletiliyor. Üstelik, ekonomik kriz algısının yükseldiği, bazı sektörlerde iş/istihdam kayıplarının tabandaki kitleler tarfından doğrudan iktidarın yanlış politikalarına bağlandığı bir ortamda, “evet” cephesinin işi sanıldığından daha zor.
Bu koşullarda iktidar kanadı yukarıda saydığımız iki alana yüklenecek: Muhalefetin ağzını tıkamak ve seçim sonuçlarıyla oynamak. Peki ne yapılabilir?
Birinci saldırı alanına karşı, doğru bir referandum kampanyasını örgütlemek gerekiyor. Burada zayıf halka, "Meclis'in kararına saygılıyız" halkası. Her türlü anayasa dışılıkla, tehditle, zorbalıkla götürülen bir oylamayla elde edilen sonucun nesine saygılı olacağız? Bu tutumun bu kısa vadede değiştirilmesi ne kadar mümkün, o da ayrı bir handikap. Ama gene de değişmesi için baskı kurulmak zorunda.
Doğru kampanya götürülse bile medyanın muhalefete iyice kapatılması riski var. Buna karşı kapı kapı çalışma önleminin örgütlenmesi gerekiyor. Burada işin büyüğü anamuhalefete düşüyor. Sadece kendi parti yöneticilerini, gençlik, kadın örgütlerini değil, hatta sadece kendi üyelerini, hatta seçmenlerini bile değil, tüm Cumhuriyetçileri harekete geçirmek göreviyle karşı karşıya. Burada, MHP tabanının da yarısından fazlasının mutlaka “hayır” cephesine çekilmesi gerekiyor. Bunun anlamı şu: En az bir milyon kişinin “hayır” kampanyası için seferber edilebilmesini sağlamak gerekiyor. Ve yarından itibaren başlamak gerekiyor. Referandumlarda oy kullanma oranlarının düşmesinin iktidara yaradığı bilgisiyle kitleleri sandığa götürmeyi başarmak gerekiyor. Yapılabilecek mi? Çabalar yapılabilmesine yoğunlaştırılmalı.
İkincisi, Türkiye’de sandık güvenliğinin en sorunlu olacağı yerlerin Doğu- Güneydoğu bölgeleri olacağı anlaşılıyor. Ama aslında sorun bu bölgelerle sınırlı değil; tüm Türkiye, sahil illeri dâhil, bir sandık güvenliği sorunuyla karşı karşıya. Bu sorun sandıkta da bitmiyor; ilçe-il seçim kurullarının sandık sonuçlarını düzgün kayda geçirmelerinin mutlaka denetlenebilmesi gerek. Bunun için, başta CHP olmak üzere tüm muhalefet partilerinin, bunların görevli temsilcilerinin, üyelerinin, seçmenlerinin, varsa daha etkili siyasetçilerinin devrede olmaları gerekiyor. Her siyasi hareket, en güçlü olduğu yerlerde bu sorumluluğu taşımak zorunda. Bu motivasyona sahip olabilecekler mi?
MHP seçmeninin en az yarısının AKP seçmeniyle aynı doğrultuda oy kullanma eğiliminde olmaması bu seçimlerde önemli bir rol oynayabilir. İktidar ve MHP yönetimi bu ihtimali, "hayır"cı cephede “HDP ile aynı safta buluşulur” korkutmasıyla aşmaya çalışacak. Bu zayıf gerekçe boşa çıkarılmak zorunda, yoksa MHP seçmeninin sandığa gitmeme eğilimi güç kazanabilir. AKP tabanının bir bölümünün dahi, egemenliğin tek bir kişide toplanmasına tam ikna olmadığı anlaşılıyor. Bu tabana da çalışmak gerekiyor. Ama sağa hoş görünenerek değil, tek adam sultasının tehlikelerine dikkat çekerek.
Son olarak, referandumdan "hayır" çıkması durumunda dahi iktidarın durmayacağı, 2015 Haziran seçimlerini kabul etmeme örneğindeki gibi amaca varıncaya kadar toplumu zorlayacağı yönündeki yılgınlıklarla da başedilmesi gerekiyor. Doğru yöndeki hiçbir mücadele, sonuç alınsa da alınmasa da, boşa gitmiş sayılmaz. Egemen gücün, karşısında hiçbir direnç görmeden hedefine varması ile çok ciddi bir dirençle karşılaşarak ve belki de ancak hileyle hedefine varabilmesi arasında çok ciddi bir fark vardır. Çünkü her mücadele bir örgütlenmedir. Her mevzii başarı, umudun tazelenmesidir. Daha büyük hedeflere yürüme azminin bilenmesidir. Ve egemen gücün yüreğine korku salınmasıdır. İşte bu nedenlerle bu referandumun yeni bir örgütlenme ve mücadele fırsatına dönüştürülmesi şarttır.
Oğuz Oyan / SOL
Aslında iktidar da halkoylamasında işinin daha zor olacağının farkında. Dolayısıyla iki şey yapacak: Birincisi, halkın doğru bilgilendirilmesinin önünü daha fazla tıkayacak (bu, medyanın son bağımsız kalıntılarına kapsamlı bir müdahaleyi içerebilir); ikincisi, sandık ve sayım güvenliğini iyice aşındıracak (yani kendisi açısından işi seçmen tercihlerine/şansa bırakmayacak). Tabii bir üçüncü imkânı daha var: 2015 Haziran-Kasım arasındaki gibi tırmandırılan korku üzerinden istikrarsızlığa yol vermek. Ama bu üçüncüsünün her zaman lehte çalışacağına dair bir kesinlik yok. Hatta artık aleyhe çalışma olasılığı yükseliyor. Çünkü Suriye müdahalesinden sonra oradan da ciddi kayıplar gelmeye başlaması, iktidar seçmenini bile kaygılandırmaya başlamış durumda.
Pazar günü İzmir’in bir köyündeydim. İktidar partisine yakın duran, ama CHP’li belediyelerle de işini çözen köy muhtarı, konuşmamızda, “bu kadar çok aldatıldığını söyleyen bir insan bir de her yetkiyi kendisinde toplarsa onun yanlışlarını kim nasıl düzeltebilecek” sorusunu sorabiliyordu. Bu sağduyu, iktidarın aleyhine çalışacaktır. Kitleler henüz iktidarın gerçek toplum projesinin (İhvan rejiminin) tam farkında olmayabilir, buna karşı çıkışlarda yarılmalar da olabilir; ama kişisel dikta projesi çok görünür duruma geldi. Erdoğan'ın acelesi var; dolayısıyla kitlelerin ikna edilmesi garantiye alınmadan yeni rejim anayasası çok hızlı bir biçimde ilerletiliyor. Üstelik, ekonomik kriz algısının yükseldiği, bazı sektörlerde iş/istihdam kayıplarının tabandaki kitleler tarfından doğrudan iktidarın yanlış politikalarına bağlandığı bir ortamda, “evet” cephesinin işi sanıldığından daha zor.
Bu koşullarda iktidar kanadı yukarıda saydığımız iki alana yüklenecek: Muhalefetin ağzını tıkamak ve seçim sonuçlarıyla oynamak. Peki ne yapılabilir?
Birinci saldırı alanına karşı, doğru bir referandum kampanyasını örgütlemek gerekiyor. Burada zayıf halka, "Meclis'in kararına saygılıyız" halkası. Her türlü anayasa dışılıkla, tehditle, zorbalıkla götürülen bir oylamayla elde edilen sonucun nesine saygılı olacağız? Bu tutumun bu kısa vadede değiştirilmesi ne kadar mümkün, o da ayrı bir handikap. Ama gene de değişmesi için baskı kurulmak zorunda.
Doğru kampanya götürülse bile medyanın muhalefete iyice kapatılması riski var. Buna karşı kapı kapı çalışma önleminin örgütlenmesi gerekiyor. Burada işin büyüğü anamuhalefete düşüyor. Sadece kendi parti yöneticilerini, gençlik, kadın örgütlerini değil, hatta sadece kendi üyelerini, hatta seçmenlerini bile değil, tüm Cumhuriyetçileri harekete geçirmek göreviyle karşı karşıya. Burada, MHP tabanının da yarısından fazlasının mutlaka “hayır” cephesine çekilmesi gerekiyor. Bunun anlamı şu: En az bir milyon kişinin “hayır” kampanyası için seferber edilebilmesini sağlamak gerekiyor. Ve yarından itibaren başlamak gerekiyor. Referandumlarda oy kullanma oranlarının düşmesinin iktidara yaradığı bilgisiyle kitleleri sandığa götürmeyi başarmak gerekiyor. Yapılabilecek mi? Çabalar yapılabilmesine yoğunlaştırılmalı.
İkincisi, Türkiye’de sandık güvenliğinin en sorunlu olacağı yerlerin Doğu- Güneydoğu bölgeleri olacağı anlaşılıyor. Ama aslında sorun bu bölgelerle sınırlı değil; tüm Türkiye, sahil illeri dâhil, bir sandık güvenliği sorunuyla karşı karşıya. Bu sorun sandıkta da bitmiyor; ilçe-il seçim kurullarının sandık sonuçlarını düzgün kayda geçirmelerinin mutlaka denetlenebilmesi gerek. Bunun için, başta CHP olmak üzere tüm muhalefet partilerinin, bunların görevli temsilcilerinin, üyelerinin, seçmenlerinin, varsa daha etkili siyasetçilerinin devrede olmaları gerekiyor. Her siyasi hareket, en güçlü olduğu yerlerde bu sorumluluğu taşımak zorunda. Bu motivasyona sahip olabilecekler mi?
MHP seçmeninin en az yarısının AKP seçmeniyle aynı doğrultuda oy kullanma eğiliminde olmaması bu seçimlerde önemli bir rol oynayabilir. İktidar ve MHP yönetimi bu ihtimali, "hayır"cı cephede “HDP ile aynı safta buluşulur” korkutmasıyla aşmaya çalışacak. Bu zayıf gerekçe boşa çıkarılmak zorunda, yoksa MHP seçmeninin sandığa gitmeme eğilimi güç kazanabilir. AKP tabanının bir bölümünün dahi, egemenliğin tek bir kişide toplanmasına tam ikna olmadığı anlaşılıyor. Bu tabana da çalışmak gerekiyor. Ama sağa hoş görünenerek değil, tek adam sultasının tehlikelerine dikkat çekerek.
Son olarak, referandumdan "hayır" çıkması durumunda dahi iktidarın durmayacağı, 2015 Haziran seçimlerini kabul etmeme örneğindeki gibi amaca varıncaya kadar toplumu zorlayacağı yönündeki yılgınlıklarla da başedilmesi gerekiyor. Doğru yöndeki hiçbir mücadele, sonuç alınsa da alınmasa da, boşa gitmiş sayılmaz. Egemen gücün, karşısında hiçbir direnç görmeden hedefine varması ile çok ciddi bir dirençle karşılaşarak ve belki de ancak hileyle hedefine varabilmesi arasında çok ciddi bir fark vardır. Çünkü her mücadele bir örgütlenmedir. Her mevzii başarı, umudun tazelenmesidir. Daha büyük hedeflere yürüme azminin bilenmesidir. Ve egemen gücün yüreğine korku salınmasıdır. İşte bu nedenlerle bu referandumun yeni bir örgütlenme ve mücadele fırsatına dönüştürülmesi şarttır.
Oğuz Oyan / SOL