Osmanlı’yı Atatürk yıktı der Atatürk düşmanları... Osmanlı’yı işte bu cehalet, bilgisizlik yıktı... Bir de emperyalizmle birlikte yerli hainler... Osmanlı’dan sadece 4 fabrika miras kalmıştı. Bu sayı 1926 - 1938 arasında 28’e yükseldi.
Cumhuriyet, laiklik düşmanlarına soruyorum: Atatürk’ten önceki Türkiye’nin durumunu biliyor musunuz?
Cumhuriyet ilan edildiğinde ülkemizin sosyal ve ekonomik yapısı nasıldı?
Okuma yazma oranı kadınlarda kaç, erkeklerde kaçtı?
Ne kadar fabrika vardı? Sermaye ve fabrika kimlerin elindeydi?
Demiryolları kaç kilometreydi?
Okuma yazma oranı kadınlarda kaç, erkeklerde kaçtı?
Ne kadar fabrika vardı? Sermaye ve fabrika kimlerin elindeydi?
Demiryolları kaç kilometreydi?
Bildiğinizi sanmıyorum... Bilseniz, dünyanın sahiplendiği gerçek liderin peşinden giderdiniz...
Çok konuştuk, çok anlattık, ama, bir kez daha anlatalım:
Çok konuştuk, çok anlattık, ama, bir kez daha anlatalım:
550 bin kayıp verildi
Birinci Dünya Savaşı’nda yurdumuz 550 bin kayıp verdi. Yenilginin ardından Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı. Buna göre Osmanlı orduları dağıtılıyor, ağır silahlar teslim alınıyor; savaşı kazanan devletler arasında ülke pay ediliyordu...
Vatanın yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el konuluyordu...
Ama bütün bu yokluk, yoksulluk, kötü koşullara karşın yedi düvelle yapılan bağımsızlık savaşı zaferle sonuçlandı ve Cumhuriyet ilan edildi...
Cumhuriyet ilan edildiğinde köyler, kentler yakılmış, yıkılmış, harabe haline getirilmişti... Üretim durmuş, tarım çökmüştü. Ekmeklik un bile dışarıdan alınıyordu.
İnsanlar aç, sefil, perişandı... Hastalık dört bir yanı sarmıştı... Halkımız kırılıyor, hayvanlar telef oluyordu...
Frengi, verem, sıtma, tifo, tifüs bir göz hastalığı olan trahom dört bir yanı sarmıştı.
13 milyon nüfuslu Türkiye’de 3 milyon kişi trahom, iki milyon kişi sıtma, bir milyon kişi frengi hastalığına yakalanmıştı... Bunlar saptanan resmi rakamlar ve bilinen hastalıklardı... Bit, pire ve çeşitli cilt hastalıklarını bu listeye eklemiyoruz...
Bebek ölümleri yüzde 40’ın üzerindeydi. Yani doğan her iki çocuktan biri, yüz anneden yirmisi ölüyordu...
40 bin köyün 30 bininde okul yoktu... Evet, yineliyorum, 30 bininde okul yoktu... Vee okuma oranı 1927’lerde erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4’tü... Bu oran 1935’te erkeklerde yüzde 23, kadınlarda yüzde 8 oldu...
Her yanı mahalle mektepleri, tekkeler sarmıştı. Cahillik ve cahiller, mollaların, sultanların geçim kaynağı idi... Onlar durumdan ziyadesiyle memnundular...
Kitap nedir, okumak nedir, bilim nedir, topluma ne yararı olur, bilen yoktu...
Osmanlı’yı Atatürk yıktı der Atatürk düşmanları... Osmanlı’yı işte bu cehalet, bilgisizlik yıktı... Bir de emperyalizmle birlikte yerli hainler... Osmanlı’dan sadece 4 fabrika miras kalmıştı. Bu sayı 1926 - 1938 arasında 28’e yükseldi.
Anadolu topraklarında 1923 yılı itibarı ile 4 bin 559 km olan demiryolu, 1940 yılına kadar gerçekleştirilen sıkı çalışmayla 8 bin 637 km’ye ulaştı, iki katına çıktı...
Mustafa Kemal, Cumhuriyetin ilanının ertesi gününde, İsmet İnönü’ye gönderdiği mektupta şunları yazıyordu:
Birinci Dünya Savaşı’nda yurdumuz 550 bin kayıp verdi. Yenilginin ardından Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı. Buna göre Osmanlı orduları dağıtılıyor, ağır silahlar teslim alınıyor; savaşı kazanan devletler arasında ülke pay ediliyordu...
Vatanın yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el konuluyordu...
Ama bütün bu yokluk, yoksulluk, kötü koşullara karşın yedi düvelle yapılan bağımsızlık savaşı zaferle sonuçlandı ve Cumhuriyet ilan edildi...
Cumhuriyet ilan edildiğinde köyler, kentler yakılmış, yıkılmış, harabe haline getirilmişti... Üretim durmuş, tarım çökmüştü. Ekmeklik un bile dışarıdan alınıyordu.
İnsanlar aç, sefil, perişandı... Hastalık dört bir yanı sarmıştı... Halkımız kırılıyor, hayvanlar telef oluyordu...
Frengi, verem, sıtma, tifo, tifüs bir göz hastalığı olan trahom dört bir yanı sarmıştı.
13 milyon nüfuslu Türkiye’de 3 milyon kişi trahom, iki milyon kişi sıtma, bir milyon kişi frengi hastalığına yakalanmıştı... Bunlar saptanan resmi rakamlar ve bilinen hastalıklardı... Bit, pire ve çeşitli cilt hastalıklarını bu listeye eklemiyoruz...
Bebek ölümleri yüzde 40’ın üzerindeydi. Yani doğan her iki çocuktan biri, yüz anneden yirmisi ölüyordu...
40 bin köyün 30 bininde okul yoktu... Evet, yineliyorum, 30 bininde okul yoktu... Vee okuma oranı 1927’lerde erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4’tü... Bu oran 1935’te erkeklerde yüzde 23, kadınlarda yüzde 8 oldu...
Her yanı mahalle mektepleri, tekkeler sarmıştı. Cahillik ve cahiller, mollaların, sultanların geçim kaynağı idi... Onlar durumdan ziyadesiyle memnundular...
Kitap nedir, okumak nedir, bilim nedir, topluma ne yararı olur, bilen yoktu...
Osmanlı’yı Atatürk yıktı der Atatürk düşmanları... Osmanlı’yı işte bu cehalet, bilgisizlik yıktı... Bir de emperyalizmle birlikte yerli hainler... Osmanlı’dan sadece 4 fabrika miras kalmıştı. Bu sayı 1926 - 1938 arasında 28’e yükseldi.
Anadolu topraklarında 1923 yılı itibarı ile 4 bin 559 km olan demiryolu, 1940 yılına kadar gerçekleştirilen sıkı çalışmayla 8 bin 637 km’ye ulaştı, iki katına çıktı...
Mustafa Kemal, Cumhuriyetin ilanının ertesi gününde, İsmet İnönü’ye gönderdiği mektupta şunları yazıyordu:
Türk parasının değeri
“Bize, geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı, yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız, kaderin bizim kuşağımıza yüklediği bir görev bu, özgür bir toplum oluşturmak, çağdaşlaşmak, bu ideali gerçekleştirmek zorundayız, bu görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim, Allah yardımcımız olsun.”
Tam da dediği gibi yaptı. 1929-1938 arasında ağır sanayi üretimi yüzde 152 arttı.
Kömür yüzde 100, krom yüzde 600 artış gösterdi. Demir sıfırdan 180 bin tona çıktı, şeker üretimi 200 misli arttı. Türk parasının değeri sterlin, ABD Doları ve İtalyan lireti karşısında değer kazandı. Değer kaybetmedi.
Gece gündüz, 7 – 24 Atatürk’e küfredenler, 15 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleştirilenleri gördünüz mü? Siz onun tırnağı bile olamazsınız...
Peki, siz ne yaptınız? Tüm Cumhuriyet ürünlerini mirasyediler gibi satıp savdınız, yine de iki yakanız bir araya gelmedi... Çünkü üretim durdu... Çünkü fabrikaları, gelir kaynaklarını emperyalistlere teslim ettiniz...
İktidara geldiğinizde bir ABD Doları, 1.60 TL idi, bugün 6 TL. Duracağı da yok...
Bir gün olsun Atatürk gibi bilimden, uygarlıktan, çağdaşlaşmaktan ya da onun deyişi ile “Yoksul ve esir milletlerden” söz ettiniz mi?
“Bize, geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı, yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız, kaderin bizim kuşağımıza yüklediği bir görev bu, özgür bir toplum oluşturmak, çağdaşlaşmak, bu ideali gerçekleştirmek zorundayız, bu görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim, Allah yardımcımız olsun.”
Tam da dediği gibi yaptı. 1929-1938 arasında ağır sanayi üretimi yüzde 152 arttı.
Kömür yüzde 100, krom yüzde 600 artış gösterdi. Demir sıfırdan 180 bin tona çıktı, şeker üretimi 200 misli arttı. Türk parasının değeri sterlin, ABD Doları ve İtalyan lireti karşısında değer kazandı. Değer kaybetmedi.
Gece gündüz, 7 – 24 Atatürk’e küfredenler, 15 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleştirilenleri gördünüz mü? Siz onun tırnağı bile olamazsınız...
Peki, siz ne yaptınız? Tüm Cumhuriyet ürünlerini mirasyediler gibi satıp savdınız, yine de iki yakanız bir araya gelmedi... Çünkü üretim durdu... Çünkü fabrikaları, gelir kaynaklarını emperyalistlere teslim ettiniz...
İktidara geldiğinizde bir ABD Doları, 1.60 TL idi, bugün 6 TL. Duracağı da yok...
Bir gün olsun Atatürk gibi bilimden, uygarlıktan, çağdaşlaşmaktan ya da onun deyişi ile “Yoksul ve esir milletlerden” söz ettiniz mi?
Yunan galip gelseydi
Bir gün olsun emperyalizm sözcüğünü ağzınıza aldınız mı? Bir gün olsun Kurtuluş Savaşı’nı canla başla destekleyen gerçek din adamı Rıfat Börekçi’yi halka anlattınız mı?
Anlatmadınız... Çünkü sömürgecilerle işbirliği yapmak sizin fıtratınızda var...
Siz Müslüman Irak’ı işgal eden emperyalist ABD’yi alkışladınız ve ABD askerlerinin sağ salim dönmesi için dua ettiniz...
Atatürk ve arkadaşları tüm gücüyle ülkeyi modernleştirmeye çalışırken, geçmişte de tarikatçı ve bölücü atalarınız emperyalistlerle birlik olup, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalıştılar...
Bugün de birtakım fesli deliler çıkmış, babalarının, dedelerinin yolundan gidiyorlar... Şöyle konuşuyorlar:
“Keşke Yunan galip gelseydi. Ne hilafet yıkılırdı, ne şeriat yıkılırdı. Ne medreseler lağvedilirdi ne de hocalar asılırdı. Hiç biri olmazdı...”
Atatürk ve Kurtuluş Savaşı düşmanlarının hangi rüyanın peşinde olduklarını gördünüz mü?
Şunu hiç aklınızdan çıkarmayın: Atatürk, dünyanın sahiplendiği bir devrimcidir. Dünyanın dört bir yanında heykelleri dikilmiştir. Çin’de, okullarda ders olarak okutulmaktadır. O, modern Türkiye’nin kurucusu ve kurtarıcısıdır... Ne kadar kötülerseniz kötüleyin, bu gerçeği asla değiştiremezsiniz...
Bir gün olsun emperyalizm sözcüğünü ağzınıza aldınız mı? Bir gün olsun Kurtuluş Savaşı’nı canla başla destekleyen gerçek din adamı Rıfat Börekçi’yi halka anlattınız mı?
Anlatmadınız... Çünkü sömürgecilerle işbirliği yapmak sizin fıtratınızda var...
Siz Müslüman Irak’ı işgal eden emperyalist ABD’yi alkışladınız ve ABD askerlerinin sağ salim dönmesi için dua ettiniz...
Atatürk ve arkadaşları tüm gücüyle ülkeyi modernleştirmeye çalışırken, geçmişte de tarikatçı ve bölücü atalarınız emperyalistlerle birlik olup, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalıştılar...
Bugün de birtakım fesli deliler çıkmış, babalarının, dedelerinin yolundan gidiyorlar... Şöyle konuşuyorlar:
“Keşke Yunan galip gelseydi. Ne hilafet yıkılırdı, ne şeriat yıkılırdı. Ne medreseler lağvedilirdi ne de hocalar asılırdı. Hiç biri olmazdı...”
Atatürk ve Kurtuluş Savaşı düşmanlarının hangi rüyanın peşinde olduklarını gördünüz mü?
Şunu hiç aklınızdan çıkarmayın: Atatürk, dünyanın sahiplendiği bir devrimcidir. Dünyanın dört bir yanında heykelleri dikilmiştir. Çin’de, okullarda ders olarak okutulmaktadır. O, modern Türkiye’nin kurucusu ve kurtarıcısıdır... Ne kadar kötülerseniz kötüleyin, bu gerçeği asla değiştiremezsiniz...
O, sonsuza dek yaşayacaktır...
ALİ ERALP / CUMHURİYET