Birkaç yıl önce Küba’da bizim görgüsüz mekanlarımızla kıyaslandığında
oldukça mütevazı kalan ünlü bir tavuk restoranında gözümüz duvarlara
asılmış müşteri yazılamalarına takılmıştı. Arada Türkçe bir şeyler de
karalanmıştı, okuyunca öfkelendiren cinsten… Büyük bir şirketin bayi
toplantısı için Havana’ya getirdiği zevzeklerden dökülen inciler aşağı
yukarı şöyleydi: Küba’yı çok sevdik, doğası pek güzel, kızları da… Ancak
yoksulluğu bizi çok üzdü, umarız bir gün bu durumdan kurtulursunuz.
Kübalılar bu türden alçaklıkları bilmezler, yakınlık kuran insanları
“dost” sanırlar, muhtemelen yüzlerine de gülmüştür bizimkiler
garsonların…
Bir kağıt kalem istemiş ve çalışanlardan özellikle o yazılanların yanına asılmasını rica ederek hadlerini bildirmiştik arkadaşların…
Sonra o şirket battı, fabrikalar el değiştirdi, bir sürü insan işsiz kaldı. Kaldı da konumuz bu değil… Konumuz, Türkiye’den kalkıp Küba’ya gidip afra tafra yapanlar…
Şu “ölü et skandalı”na ilişkin bakanlığın açıklamasını okurken birkaç ay öncesinden kalma bir habere rastladım. İngiliz basını tutmuş 2009 yılındaki istatistikleri yayınlamış, bizimkiler de oradan almış. Kontrol ettim, 2002 ve 2016 yılındaki veriler de aşağı yukarı aynı. Ortaya çıkıyor ki, Türkiye’de Küba’dan çok daha az et tüketiliyor. Yılda ortalama 49,4 pounda karşılık 25,3 pound. Kebabıyla, mangalıyla, köftesiyle ünlü Türkiye’yle acımasız bir ablukayla kuşatılmış ve hakkında 50 yıldır “halkı aç, sefil durumda” uydurmacasını dinlediğimiz ülkeyi kıyaslıyoruz!
Havana’daki tavuk restoranında ahkam kesenler muhtemelen bu ortalamanın üstünde tıkınıyordur. Sorun şu ki, Türkiye’de nüfusun büyük bölümü et yemiyor, yiyemiyor. Bunu bilerek, isteyerek tercih eden vejeteryanları, veganları bir kenara koyuyorum; zaten tartıştığımız et tüketip tüketmemek değil, beslenememek.
Bir başka kuşatma altındaki ülke olan, hatta hakkında haftada bir “açlıktan birbirlerini yiyorlar” diye haberler üretilen Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey Kore) ile Türkiye arasındaki fark o kadar az ki!
Gıcır gıcır AVM’lerimiz, köprülerimiz, otoyollarımız, en az üç en iyisi beş diyen bir reisimiz var lakin beslenemiyoruz!
Ama olsun, şatafatlı ülkeyiz. Kişi başına et tüketiminde dökülsek de bizim Nusretimiz var, İngiltere’ye bile restoran açıyormuş. İngiltere’ye restoran açıyor, Dominik'te kadınları taciz ediyor. Evet Türkiye gelişmiş, Küba yoksul!
Kapitalizmin en büyük mahareti bu… Cehennemi yaldızlamak, üstüne yokluklar, yoksunluklar ve yasakları “cennette her şey var” diye geçiştirmek…
Küba’da ablukaya rağmen neredeyse Türkiye’nin iki katı et tüketilebiliyorsa ve üstelik bu aşağı yukarı topluma eşit dağılıyorsa, fazla söze gerek yok.
Söze gerek yok ama kapitalizm sürekli konuşuyor. Medyasıyla, siyasetçisiyle, imamıyla… Sovyetler Birliği’nin son yılları yaşanırken Moskova’ya giden uçakta bir rehber yolculara “indiğimiz andan itibaren mahrumiyet bölgesinde olacaksınız, aç kalabilirsiniz, sorumluluk size ait” diye bilgi veriyordu. Oysa sosyalizmin ölüsü bile insanlarını asla aç bırakmıyordu, 1991’de kapitalizm Rusya’da egemenliğini ilan ettikten sonraysa, her gece sokakta ortalama 20 kişi can vermeye başladı.
Sosyalizmde eğitim ve sağlık hizmetleri herkese eşit ve ücretsizdir dediğimizde “ama insanlar aç” diye itiraz etmek adettendir. Buyrun rakamlar ortada! Küba’nın yemek kültürü çok farklıdır, alışmakta güçlük çekersiniz ama sosyalizm insanlarına onurlu bir yaşam, bilimsel eğitim, yaygın spor-kültür olanağı ve sağlığın yanı sıra yeterli besini de sağlamakta. Üstelik onca tehdide, kuşatmaya, sabotaja rağmen. Ha, çay bulunmaz, benim gibi onsuz yapamazsanız yanınızda götürün, insanlara çay dediğinizde “papatya çayı” içmek zorunda kalmak istemiyorsanız. Çay dışında sıkıntı yok!
Bizde eğitim çöktü, sağlık paraya teslim, et yerine benzinle besleniyoruz, ot bitmiyor, her yerimizden çimento fışkırıyor ve pek gelişmiş ülke oluyoruz, sonra aydınımız dahil sosyalizme bok atmakta yarışıyoruz.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde muhteşem bir devrim dalgası sarmıştı dünyayı. En fazla da bizim coğrafyamız etkilenmişti bundan. Sovyetler Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti, farklı ideolojilerle, farklı sınıfların elinde ama ikisi de devrimci bir iddia ile tam da bu dönem kurulmuştu.
Sovyetler Birliği, sosyalizme kuruluşa önderlik eden partinin içten içe çürümesi sonucunda çöktü. Türkiye Cumhuriyeti Türkiye’nin patron sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda gerici-yobaz bir ekip tarafından yıkıldı; yerine koymak istediklerini de ülkenin bünyesi kabul etmediği için yaman bir krizle karşı karşıyayız.
Sovyet sosyalizmi yalnızca Rusya’ya değil, daha geri bölgelere söz gelimi Azerbaycan’a, Türkmenistan’a insanca yaşamı, bilimi, sanatı, aydınlığı, eşitliği getirmişti. Sosyalizm yıkılınca bu ülkeler kabile sistemine geri döndüler. İzlemişsinizdir mutlaka, tekrar izleyin.
Gülmek için değil ama öfkelenmek için.
Ve bir daha sosyalizme kara çalarken iyi düşünün!
İşte yıllardır kapitalizme talim eden Türkiye!
Kemal Okuyan / SOL
Bir kağıt kalem istemiş ve çalışanlardan özellikle o yazılanların yanına asılmasını rica ederek hadlerini bildirmiştik arkadaşların…
Sonra o şirket battı, fabrikalar el değiştirdi, bir sürü insan işsiz kaldı. Kaldı da konumuz bu değil… Konumuz, Türkiye’den kalkıp Küba’ya gidip afra tafra yapanlar…
Şu “ölü et skandalı”na ilişkin bakanlığın açıklamasını okurken birkaç ay öncesinden kalma bir habere rastladım. İngiliz basını tutmuş 2009 yılındaki istatistikleri yayınlamış, bizimkiler de oradan almış. Kontrol ettim, 2002 ve 2016 yılındaki veriler de aşağı yukarı aynı. Ortaya çıkıyor ki, Türkiye’de Küba’dan çok daha az et tüketiliyor. Yılda ortalama 49,4 pounda karşılık 25,3 pound. Kebabıyla, mangalıyla, köftesiyle ünlü Türkiye’yle acımasız bir ablukayla kuşatılmış ve hakkında 50 yıldır “halkı aç, sefil durumda” uydurmacasını dinlediğimiz ülkeyi kıyaslıyoruz!
Havana’daki tavuk restoranında ahkam kesenler muhtemelen bu ortalamanın üstünde tıkınıyordur. Sorun şu ki, Türkiye’de nüfusun büyük bölümü et yemiyor, yiyemiyor. Bunu bilerek, isteyerek tercih eden vejeteryanları, veganları bir kenara koyuyorum; zaten tartıştığımız et tüketip tüketmemek değil, beslenememek.
Bir başka kuşatma altındaki ülke olan, hatta hakkında haftada bir “açlıktan birbirlerini yiyorlar” diye haberler üretilen Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey Kore) ile Türkiye arasındaki fark o kadar az ki!
Gıcır gıcır AVM’lerimiz, köprülerimiz, otoyollarımız, en az üç en iyisi beş diyen bir reisimiz var lakin beslenemiyoruz!
Ama olsun, şatafatlı ülkeyiz. Kişi başına et tüketiminde dökülsek de bizim Nusretimiz var, İngiltere’ye bile restoran açıyormuş. İngiltere’ye restoran açıyor, Dominik'te kadınları taciz ediyor. Evet Türkiye gelişmiş, Küba yoksul!
Kapitalizmin en büyük mahareti bu… Cehennemi yaldızlamak, üstüne yokluklar, yoksunluklar ve yasakları “cennette her şey var” diye geçiştirmek…
Küba’da ablukaya rağmen neredeyse Türkiye’nin iki katı et tüketilebiliyorsa ve üstelik bu aşağı yukarı topluma eşit dağılıyorsa, fazla söze gerek yok.
Söze gerek yok ama kapitalizm sürekli konuşuyor. Medyasıyla, siyasetçisiyle, imamıyla… Sovyetler Birliği’nin son yılları yaşanırken Moskova’ya giden uçakta bir rehber yolculara “indiğimiz andan itibaren mahrumiyet bölgesinde olacaksınız, aç kalabilirsiniz, sorumluluk size ait” diye bilgi veriyordu. Oysa sosyalizmin ölüsü bile insanlarını asla aç bırakmıyordu, 1991’de kapitalizm Rusya’da egemenliğini ilan ettikten sonraysa, her gece sokakta ortalama 20 kişi can vermeye başladı.
Sosyalizmde eğitim ve sağlık hizmetleri herkese eşit ve ücretsizdir dediğimizde “ama insanlar aç” diye itiraz etmek adettendir. Buyrun rakamlar ortada! Küba’nın yemek kültürü çok farklıdır, alışmakta güçlük çekersiniz ama sosyalizm insanlarına onurlu bir yaşam, bilimsel eğitim, yaygın spor-kültür olanağı ve sağlığın yanı sıra yeterli besini de sağlamakta. Üstelik onca tehdide, kuşatmaya, sabotaja rağmen. Ha, çay bulunmaz, benim gibi onsuz yapamazsanız yanınızda götürün, insanlara çay dediğinizde “papatya çayı” içmek zorunda kalmak istemiyorsanız. Çay dışında sıkıntı yok!
Bizde eğitim çöktü, sağlık paraya teslim, et yerine benzinle besleniyoruz, ot bitmiyor, her yerimizden çimento fışkırıyor ve pek gelişmiş ülke oluyoruz, sonra aydınımız dahil sosyalizme bok atmakta yarışıyoruz.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde muhteşem bir devrim dalgası sarmıştı dünyayı. En fazla da bizim coğrafyamız etkilenmişti bundan. Sovyetler Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti, farklı ideolojilerle, farklı sınıfların elinde ama ikisi de devrimci bir iddia ile tam da bu dönem kurulmuştu.
Sovyetler Birliği, sosyalizme kuruluşa önderlik eden partinin içten içe çürümesi sonucunda çöktü. Türkiye Cumhuriyeti Türkiye’nin patron sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda gerici-yobaz bir ekip tarafından yıkıldı; yerine koymak istediklerini de ülkenin bünyesi kabul etmediği için yaman bir krizle karşı karşıyayız.
Sovyet sosyalizmi yalnızca Rusya’ya değil, daha geri bölgelere söz gelimi Azerbaycan’a, Türkmenistan’a insanca yaşamı, bilimi, sanatı, aydınlığı, eşitliği getirmişti. Sosyalizm yıkılınca bu ülkeler kabile sistemine geri döndüler. İzlemişsinizdir mutlaka, tekrar izleyin.
Gülmek için değil ama öfkelenmek için.
Ve bir daha sosyalizme kara çalarken iyi düşünün!
İşte yıllardır kapitalizme talim eden Türkiye!
Kemal Okuyan / SOL