Üç gün önce, R.T. Erdoğan, “AKP”ye “resmen” üye oldu; böylece “resmi” olarak partileşip tarafsızlığı çizildi. (2.5.2017) Bir insanın milyonların önünde -tarafsızlığı için- “namusu” üzerine ettiği “yemin”i, inanılmaz bir rahatlıkla, üstelik de anlı şanlı bir törenle çiğneyeceğini söyleselerdi; “inanmazdım” diyebilmek için son “15 yıldır” ülkemizde hiç yaşamamış olmak gerekir.
Dolaysiyle Türkiye’de, “yemin”in dayanağı olup içi boşaltılan “namus”, “şeref”, “onur” gibi kavramların da “içleri yeniden doldurulmalı”, kuşkusuz R.T. Erdoğan’ın tutumuna “uygun” olarak...
Ne dersiniz, değerli dostlar?
“Evet” mi, “Hayır!” mı?
Ne var ki bir kişinin, ülkenin tüm güçlerini, hele “yargı” gücünü avucuna almasının ne anlama geldiği, “CHP” milletvekillerinin, Cumhuriyet’in aylardır (altı ay) tutuklu olan yazarlarını, çizerini, görevlilerini Silivri’deki ziyareti, bir kez daha ortaya koydu. (28 Nisan)
Buna değinmeden önce, Cumhuriyet’in bu tutuklularına “hafta”da ancak “bir saat” yakınlarıyla, “bir saat” de savunmanlarıyla görüşme izni verilmesi, ne denli eleştirilse de -bir bakıma- bu duruma katlanmayı kabullenmiş gibi bir sürece girildiğini anımsayalım.
Ne ki “CHP” milletvekillerine, “Cumhuriyet”in “Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu”nun, bu ziyaret sürelerini sayılara dökerek ortaya koyuvermesi, insanı irkiltiyor.
Şöyle demiş M. Sabuncu: “Bir haftada, ‘168 saat’ var; ama biz ancak ‘bir saat’ avukatımızla, ‘bir saat’ de aileyle kapalı görüş yapabiliyoruz!”
“168 saat”in kaçta birini oluşturuyor bu süreçler?
Hele, mektuplar konusu...
Onlara soruyor Murat Sabuncu: “Mektuplar niye yasak?”
Yerden göğe haklı; gerçekten neden yasak?
Bu sorunun yanıtını düşünürken, “1633 yılının 22 Temmuz” günü, Roma’nın “Engizisyon Mahkemesi”nde yargılanan ünlü bilgin “Galile”yi anımsamaktan -yine- kendimi alamadım.
Gerek Floransa’da evinde, gerek Roma’da “gözaltı” diyebileceğimiz süreçlerde, gerekse “Engizisyon Mahkemesi”ndeki yargılama sürecinde, kuşkusuz kendisine dayanma gücü veren -yıllardır bir manastırda rahibe olan- kızı “Maria Celeste”in mektupları; üstelik geciktirilmeden, Galile’ye ulaştırılan mektupları olduğu bilinir.
Çünkü günümüze dek ulaşan bu “124 mektup”, Galile Davası’nın, “hukuksal” yönden de en önemli “tanıkları”dır, en önemli “kanıtları”dır.(*)
Kuşkusuz burada “konumuz açısından” altı çizilecek başka bir durum da, “Kilise” kurumunun en “temel” dogması olan, “dünyanın hareketsiz oluşu” görüşünü yadsımasıyla, Galile, “Hıristiyan Âlemi”nin “Ululemr”i “Papa”ya da karşı gelmiş oluyordu ki, bu “karşı oluşun” da yargılandığı bir “Engizisyon Mahkemesi” sürecinde bile “mektup yasağı”nın konu edilmemesi, “21. yy. Türkiyesi” bakımından “utanılacak” bir durum değil midir?
Yaklaşık “400 yıl” önceki davanın “temel” nedeninin, “Ululemr”e “itaatsizlik” olduğu dikkate alındığında, Murat Sabuncu’nun da, elbette tüm “Cumhuriyet tutukluları”nın da yargılanma nedeninin “aynı” olduğu, apaçık ortada değil mi?
Kısaca, Türkiye’nin “Ululemr”i Erdoğan’a karşı gelip “eleştirmek” değil de nedir?
“24 Temmuz”da da “Kumpas Davaları”ındaki gibi, yine “Silivri”de olacağız, eksiksiz...
Öyle değil mi, değerli dostlar?
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
(*) D. Sobel, “Galileo’nun Kızı”, Çev. B. Sina Şener, İş Bankası Kültür Y. (2000)
Dolaysiyle Türkiye’de, “yemin”in dayanağı olup içi boşaltılan “namus”, “şeref”, “onur” gibi kavramların da “içleri yeniden doldurulmalı”, kuşkusuz R.T. Erdoğan’ın tutumuna “uygun” olarak...
Ne dersiniz, değerli dostlar?
“Evet” mi, “Hayır!” mı?
Ne var ki bir kişinin, ülkenin tüm güçlerini, hele “yargı” gücünü avucuna almasının ne anlama geldiği, “CHP” milletvekillerinin, Cumhuriyet’in aylardır (altı ay) tutuklu olan yazarlarını, çizerini, görevlilerini Silivri’deki ziyareti, bir kez daha ortaya koydu. (28 Nisan)
Buna değinmeden önce, Cumhuriyet’in bu tutuklularına “hafta”da ancak “bir saat” yakınlarıyla, “bir saat” de savunmanlarıyla görüşme izni verilmesi, ne denli eleştirilse de -bir bakıma- bu duruma katlanmayı kabullenmiş gibi bir sürece girildiğini anımsayalım.
Ne ki “CHP” milletvekillerine, “Cumhuriyet”in “Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu”nun, bu ziyaret sürelerini sayılara dökerek ortaya koyuvermesi, insanı irkiltiyor.
Şöyle demiş M. Sabuncu: “Bir haftada, ‘168 saat’ var; ama biz ancak ‘bir saat’ avukatımızla, ‘bir saat’ de aileyle kapalı görüş yapabiliyoruz!”
“168 saat”in kaçta birini oluşturuyor bu süreçler?
Hele, mektuplar konusu...
Onlara soruyor Murat Sabuncu: “Mektuplar niye yasak?”
Yerden göğe haklı; gerçekten neden yasak?
Bu sorunun yanıtını düşünürken, “1633 yılının 22 Temmuz” günü, Roma’nın “Engizisyon Mahkemesi”nde yargılanan ünlü bilgin “Galile”yi anımsamaktan -yine- kendimi alamadım.
Gerek Floransa’da evinde, gerek Roma’da “gözaltı” diyebileceğimiz süreçlerde, gerekse “Engizisyon Mahkemesi”ndeki yargılama sürecinde, kuşkusuz kendisine dayanma gücü veren -yıllardır bir manastırda rahibe olan- kızı “Maria Celeste”in mektupları; üstelik geciktirilmeden, Galile’ye ulaştırılan mektupları olduğu bilinir.
Çünkü günümüze dek ulaşan bu “124 mektup”, Galile Davası’nın, “hukuksal” yönden de en önemli “tanıkları”dır, en önemli “kanıtları”dır.(*)
Kuşkusuz burada “konumuz açısından” altı çizilecek başka bir durum da, “Kilise” kurumunun en “temel” dogması olan, “dünyanın hareketsiz oluşu” görüşünü yadsımasıyla, Galile, “Hıristiyan Âlemi”nin “Ululemr”i “Papa”ya da karşı gelmiş oluyordu ki, bu “karşı oluşun” da yargılandığı bir “Engizisyon Mahkemesi” sürecinde bile “mektup yasağı”nın konu edilmemesi, “21. yy. Türkiyesi” bakımından “utanılacak” bir durum değil midir?
Yaklaşık “400 yıl” önceki davanın “temel” nedeninin, “Ululemr”e “itaatsizlik” olduğu dikkate alındığında, Murat Sabuncu’nun da, elbette tüm “Cumhuriyet tutukluları”nın da yargılanma nedeninin “aynı” olduğu, apaçık ortada değil mi?
Kısaca, Türkiye’nin “Ululemr”i Erdoğan’a karşı gelip “eleştirmek” değil de nedir?
“24 Temmuz”da da “Kumpas Davaları”ındaki gibi, yine “Silivri”de olacağız, eksiksiz...
Öyle değil mi, değerli dostlar?
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
(*) D. Sobel, “Galileo’nun Kızı”, Çev. B. Sina Şener, İş Bankası Kültür Y. (2000)