7 Şubat 2018 Çarşamba

Dış işleri - ORHAN GÖKDEMİR

2017 Mart'ında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın “cebren ve hile ile” Türk Konsolosluğuna girip “evet” propagandası yapmasına izin vermemesiyle başlayan kriz bir yıl sonra geri dönülmez bir noktaya ulaştı. Hollanda Dışişleri Bakanlığı, iki ülke arasındaki normalleşme girişimlerinin sonuçsuz kaldığını ifade ederek Türkiye'deki büyükelçisini resmi olarak çektiğini duyurdu. Türkiye'nin Hollanda'ya yeni büyükelçi ataması da kabul edilmeyecekti haliyle. Açıklamadan anlaşılıyor ki bir yılı aşkın bir süredir iki ülke arasındaki sorun çözülmek bir yana kronikleşmiş.
Türkiye’de bir süredir “diplomasi” diye bir usul, “diplomat” diye bir meslek kaldı mı bilmiyorum. “Monşer” diye söve söve bitirdiler mesleği. AKP’lilerin yakınlarını atadılar monşerlerden boşalan makamlara. Dış ilişkilerde kriz çıkınca sokaktan verilen mesajlarla yürütülüyor diplomasi. Bir avuç tuhaf adam portakal bıçaklayarak vermişti Hollandalılara gereken cevabı. Sonuçta Hollanda gibi bir ülke ile ülkemiz arasında büyükelçilik düzeyinde bir temsil ilişkisi kalmadı.
                                                                  ***

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in sözcüsü Dimitri Peskov, Cumartesi günü Suriye'nin İdlib bölgesinde düşürülen Rus savaş uçağı ile ilgili bir açıklama yaptı. Peskov, Suriyeli muhaliflerin omuzdan atılan füzeleri kullanmasının tüm devletler için büyük bir tehlike olduğunu söyledi. Yani herkes uçağı kimin vurduğunu biliyor. Tek soru uçağı vuran silahı “Suriyeli muhaliflere” kimin verdiği noktasında.

Fakat şu var ki Türkiye “Suriyeli muhalifler”in kendilerine “ÖSO” adını uygun görenlerini modern silahlarla donatıp Suriye topraklarına soktu iki hafta önce. 15 gün geçti üzerinden. Suriye’ye girip girmedikleri, nerede ne yaptıkları belli değil. Nitekim Rus basını uçağı düşürenin ÖSO’nun bir parçası olan “Ceyş el Nasır” adlı cihatçı çete olduğunu iddia ediyor. Mesela askeri uzman Vladimir Popov "Türkiye yanlısı militanların Rus uçağını vurduğu gayet açık" diyor. Haklı mı haksız mı, bunları söyleyecek kanıtları var mı yok mu başka bir konu. Olayın kahramanları Suriye’nin meşru, yasal hükümetini devirmek için Türkiye’nin askeri gücü arkalarında, törenle Suriye’ye girdiler. Konumuz bu.

Türkiye’de bir süredir “askerlik” diye bir meslek, “harekâtı sevk ve idare” diye bir usul kaldı mı bilinmez. Bilinmiyor çünkü bugünlerde olup biteni konuşmak, eleştirmek kendini içeride bulmayı göze almakla mümkün. O sırada fırsattan istifade “Kuvayı Milliye” bile ilan ettiler çeteyi. Mevzu nasıl dönüp dolaşıp oraya geldi muamma. Bildiğimiz kadarıyla Kuvayı Milliye işgal edilmiş vatanını savunan bir güçtü. Bunlar Suriye’yi fethe çıktılar…
Ayrıca bizim iktidar çevreleri dışında herkesin ödü patlıyor bu “kahraman”ları görünce. Suriye'nin İdlib kentinde bu çetenin düşürdüğü Rus uçağının pilotu canlı ele geçirilmemek için yanında bulunan el bombasını patlattı mesela. Kendini havaya uçurdu. Çünkü Türkiye tarafından vurulan önceki Rus uçağının pilotunun başına gelenleri biliyordu.

Suriye’nin her yanında emperyalist ordularca imal edilip ülkenin üzerine salınmış “yürüyen ölüler” dolaşıyor uzun zamandır. İslamcı veya cihatçı diyorlar kendilerine. İnsan eti yiyerek besleniyorlar. İnsanlık tarihinin görüp görebileceği en vahşi çeteden söz ediyoruz. Kafa keseni var, ciğer söküp yiyeni var, canlı canlı esir yakanı var, tecavüzcüsü var, esir ticareti yapanı var. Onlara yakalanmaktansa kendini havaya uçurmak evla haliyle. Öyle yaptı Rus pilot da.

Bu sahnenin üzerine geldi son gelişme. Vatikan'da bir araya gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Papa Francis, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi ile ortak mücadeleye değinerek, dinleri terörle ilintilendirmenin yanlış olduğunu vurguladı. Yanlıştır evet. Fakat Ortadoğu’da dönen dolaplar tam tersini söylüyor.

                                                                   ***

İslamofobi ile mücadele için Vatikan seferine çıkan Erdoğan, ziyareti öncesinde İtalyan La Stampa gazetesine bir de mülakat verdi. La Stampa yayın yönetmeni Molinari, Erdoğan'a "Bir inanç insanı olan Papa ile buluşacaksınız. Siz de inançlı birisiniz. Bu sizin kişiliğinizde ne kadar etkili?" diye sordu. Yanıtı şöyle oldu: "Benim için dindarlık her şeydir, ondan taviz vermem. Dinimin bana emrettiği her şey benim için bir ilktir.” Molinari'nin, İtalya’da Erdoğan'ı protesto gösterilerinin düzenleneceğini hatırlatarak "Bu göstericilere nasıl seslenmek istersiniz?" diye sorması üzerine de şunları söyledi: "Ben teröristlere değil teröristlerin karşısında olanlara hitap ediyorum. Teröristlere ise Afrin'de hitap ettiğim gibi hitap ediyorum, çünkü onların anladığı dil, o dildir. Bundan sonra da yine aynı dille hitap edeceğim." Yanlış anladım mı diye baktım. Hayır, bir yanlış anlama yok. Roma’daki göstericilere “Afrin’deki gibi” hitap edeceğini söyleyen bir cumhurbaşkanı var…

Dedim ya artık ülkede “diplomasi” diye bir usul yok. Olsaydı “diplomatik kriz” çıkması işten değildi. Çıkmadı. Olmayınca olmuyor demek ki!

                                                                  ***

Dış politika iç politikanın bir yansımasıdır. Dışarıda neyse içeride de durumumuz o. Hak hukuk dümdüz edildiğinden her şey yolunda gidiyor içeride de. Bir işçi daha yakmaya kalktı kendini, yine haber olmadı. Bir AKP’li belediye başkanı haber vermişti kendini yakan emekçilere devletin şefkatli yaklaşımını. Birinin kendini yaktığı doğruydu ama olay kurgu mu değil mi araştırıyorlardı.
                                                                  ***

İçeride dışarıda ülke tuhaf gelişmelerle karşı karşıya görüldüğü gibi. Bir açıdan bakınca yaprak kımıldamayacak gibi. Diğer açıdan her türlü gelişmeye, her türlü patlamaya gebe bir siyasal iklim bu. Bakın mesela, II. Abdülhamid'in dördüncü kuşak torunu Orhan Osmanoğlu, dedesini kastederek, “31 Mart vakasında ve tahttan indirildiği zaman bugünkü zamana benziyor. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın başına gelenlere benziyor. Çok dikkat etmemiz lazım” dedi. Şöyle bitiyor konuşması: “Onu damadı, yanındaki paşaları anlayamadı. Tek başına olan bir insandı. Çok düşmanı vardı. Şairlerimiz, din adamlarımız anlamadı. Yalnız adamdı. Garibanın sultanıydı. Sahip çıkılmadı." Dedesi ile laik bir cumhuriyetin cumhurbaşkanı arasında neden böyle bir karşılaştırma yapıyor anlayamadım gerçi ama olsun! Uyarısı dikkate şayan…

Torun sultanın “31 Mart” dediği tarihimizdeki en büyük gerici ayaklanma. Bir kısım alaylı askerin “mektepli subaylar çok eğitim yaptırıyor, Cuma’ya gidemiyoruz” bahanesiyle isyan etmesiyle başlamıştı ayaklanma. Ama zıvanadan çıktı olaylar bir süre sonra. Yüzlerce asker ve sivilin ölümü pahasına bastırıldı. Sonunda devirdiler Orhan Osmanoğlu’nun “yalnız ve despot” dedesini. Ta 1876’da meşruti bir rejim vaadiyle gelmiş, gelir gelmez Osmanlı-Rus harbini bahane ederek anayasayı rafa kaldırmış ve 33 yıl boyunca orada kalmasını sağlamıştı. Sonra gelip alaşağı ettiler ve anayasayı raftan indirip yürürlüğe koydular. İyi bir şeydir yani dedesinin alaşağı edilmesi.

                                                                  ***

İçeride dışarıda başarıdan başarıya koşuyor AKP’nin tek parti iktidarı. Tek sorun böyle şom ağızlıların baş göstermesi. Bunun akrabası olan işportacı Nilhan da böyle tuhaf şeyler söylüyor ara sıra. Subliminal mesaj veriyorlar sanırım. Devlet iradesinin bunu görmezden gelme aymazlığına düşeceğini ise hiç sanmıyorum. En azından Cem Küçük büyük resmi görüp büyük oyunu hemen fark edecektir.

Birkaç günlük olayları arka arka sıraladım. Oluşan resmi siz de görmüşsünüzdür. Herkes sultanı devirmek istiyor gibi sanki. Su uyur düşman uyumaz. Çok dikkat etmemiz lazım, çok! 

Orhan Gökdemir / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder