20 Şubat 2018 Salı

Kuyruk - ORHAN GÖKDEMİR

HDP’nin eski “eş genel başkanı” Selahattin Demirtaş tutukluğunun 460. gününde, lütfedildi, mahkemeye çıkarıldı. Hakkında düzenlenmiş otuzun üzerinde fezleke var. Kemal Kılıçdaroğlu’nun marifetiyle dokunulmazlığı kaldırılmıştır ve uygulama tam bir HDP tasfiyesine dönüştürülmüştür.

Sincan Cezaevi Kampüsü'nde görülen ilk duruşmada çok önemli açıklamalar yaptı Demirtaş. Kendisine İmralı’dan bir bakan aracılığıyla Öcalan’ın el yazısıyla kaleme alınmış bir yazı getirildiğini söyledi mesela. Bu yazı ile cumhurbaşkanlığı referandumunda “Evet” demeleri için baskı yapılmış, ayrıca Cumhurbaşkanlığı seçiminde İmralı üzerinden Demirtaş’ın adaylığı da geri çektirilmeye çalışılmıştı. Yani AKP her seçimde Öcalan’dan aldığı bir yazı ile HDP’nin kapısını çalarak seçime müdahale ediyordu.

Demirtaş, “Bunlar İmralı’dan talimat alıyor” şeklindeki suçlamaya cevap veriyordu ve içeride tutulmasının sebebinin İmralı’dan talimat alması değil “Beyefendi”nin isteklerine karşı çıkması olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Şöyle devam etti; “Şahsımla ilgili de özel bir hassasiyeti var. Sadece partimle ilgili değil. 2010 referandumunda partim boykot kararı aldı. Bizim üzerimizde ‘evet’ oyu verilmesi için baskı oluşturuldu. O dönemde partimin içinde olmadığı bir çözüm süreci vardı. Oslo süreci olarak bilinen Hükümet ve PKK yetkililerinin yüz yüze görüştüğü süreç. Anayasa teklifi sunuldu. Biz iki şeye itiraz ettik. Birincisi kimlikle ilgili düzenleme olmamasına, ikincisi de HSYK ve yüksek yargıyla ilgili düzenlemelerdeki tehlikelere dikkat çektik… 
Boykot kararı aldık. 
Ne yaptılar biliyor musunuz? 
Abdullah Öcalan’ın el yazısıyla bakanın kendisi İmralı’dan yazı getirdi. Bana getirdi. Niye? 
Referandumda hem parlamentoda hem dışarıda ‘evet’ oyu vermemiz için. İnkâr ederlerse tanıkları burada dinleteceğim. Kabul etmedik. Hem yazıda öyle bir şey yok.”

Demirtaş’ın açıklamasına göre Öcalan'dan gelen yazıda, "Partimiz hangi kararı verirse saygı duyuyoruz. Ama Anayasa değişikliği acaba yeni bir diyaloğun, çözüm sürecinin önünü açar mı, parti olarak değerlendirmenizi rica ediyorum" deniyordu. Demirtaş bunu “destekleyin ya da desteklemeyin demiyor” diye yorumlamıştı. Talimatı kabul etmemiş ve boykot kararında ısrar etmişti. Hâlbuki mektubu getiren AKP temsilcileri mektupta HDP’ye tam tersi yönde bir “talimat verildiği” iddiasındaydı.

Demirtaş şöyle sürdürüyor: “Majesteleri öfkelendi tabi, ‘Hani İmralı’dan talimat alıyorlardı’ demiş bakanlarına. Onlar da ‘bilmiyoruz vallahi’ demişler. Bizimle ilgili asıl kriz, o zaman başladı. Sen misin biz Oslo’da çözüm süreci yürütürken, benim Anayasa değişikliğimi desteklemeyen. Partimize karşı siyasi baskıyı başlatan bizatihi kendisidir.”

Mahkemede söylenenlerin meali böyle. Şimdi mahkemede Demirtaş tarafından dile getirilen iddiaları özetleyelim:
Birincisi: AKP hem 2010 referandumunda, hem de 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP’ye kendileri lehine tutum alması için İmralı aracılığıyla müdahale etmiştir.

İkincisi; Demirtaş her iki girişimde de hem AKP, hem de İmralı’nın rızası hilafına tutum almıştır.

Üçüncüsü; Öcalan AKP’nin isteklerini açıkça bir talimat haline dönüştürmese de HDP’yi AKP’den yana tutum almaya teşvik etmiş, serbest bırakmıştır.

Dördüncüsü; Oslo’daki görüşmeler HDP’nin, en azından Selahattin Demirtaş’ın bilgisi dışında yürütülmüş, görüşmenin taraflarınca HDP’nin alınacak bütün kararlara itirazsız uyacağı hesap edilmiştir. Belli ki Demirtaş burada da sorun çıkarmış, itirazlarını sürdürmüştür. Sonuç ortada; Demirtaş hem içeriye tıkıldı hem de HDP’deki koltuğundan edildi…

Ne kadar dramatik değil mi? 
Demirtaş’ı İmralı’dan talimat aldı diye itham ediyorlar ama aslında talimat almadığı için cezalandırıyorlar.
HDP’nin eski “eş” bir numarası mahkemede söyledi, tutanaklara geçmiştir.

                                                                  ***

Demirtaş'ın duruşmadaki beyanından sonra AKP’nin kurucularından eski Bakan Abdüllatif Şener Twitter hebasından İmralı’dan mektup taşıyan bakanın kim olduğunu açıkladı. Selahattin Demirtaş'a Öcalan'ın el yazısı olan kâğıdı veren Bakan, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'dı. Şener, “Beşir Atalay ve Erdoğan'ın sır küpü MİT Müsteşarı Hakan Fidan İmralı'ya giderek birlikte o kâğıdı aldılar. Bunu da bir kenara not edin” dedi.
Kim not edecek? Devlet çoktan unuttu olup biteni. HDP’nin kuyruğunu kovalamakla meşgul olanlar ise sağırdır duymaz, hafızasızdır hatırlamaz.

                                                                     ***

7 Haziran seçimlerinde yine Demirtaş’ın başını çektiği “seni başkan yaptırmayacağız” kampanyasından sonra hava büsbütün değişti malum. Tozdan dumandan göz gözü görmüyor o günden bu yana. Biraz hafıza tazelemekte fayda var o yüzden.

2013’te masada görüşme sürerken Murat Karayılan masanın öte yanına hoş görünecek açıklamalar yapıyordu misal. 1924’ten sonra Kürtler ve muhafazakârlar cumhuriyetten dışlanmıştı söylediğine göre. Bugün ise muhafazakârların iktidar olmasında Kürtlerin mücadelesinin büyük payı vardı. Kürtlerin mücadelesi derin devleti, Ergenekon’u ve katı Kemalist bakış açısına dayanan kesimleri başarısız kılmış, yıpratmış, teşhir edilmesine ve iktidardan düşürülmesine zemin hazırlamıştı. Şimdi AKP iktidarı ile birlikte taşlar yerine oturuyordu. Havuz medyasından tanıdık gelmiştir söylenenler…

Ardından “İmralı Tutanakları” da kitap olarak yayınlandı yakın zamanda. Tutanaklar arasında 17-25 Aralık’a ilişkin diyaloglar da vardı. Buna göre Ocak 2014’te Başbakan Erdoğan ile görüşen HDP heyetinde yer alan Sırrı Süreyya Önder Öcalan’a o görüşmenin detaylarını anlatıyor, Öcalan da Önder’e “Beyefendi” ile yeniden görüşmesi tavsiyesinde bulunuyor, “Söyle, biz arkasından çekilseydik, sonu Menderes gibi, Mursi gibi olurdu” diyordu. Malum, daha sonra İmralı kaynaklı ses kayıtları havada uçuştu. Kayıtlardan birinde Öcalan çözüm sürecini bizzat yürüttüğünü iddia ediyordu.

Bunları hatırlatmamın sebebi Demirtaş’ın mahkemede anlattıklarının gerçekleştiği o eski sahneyi gözünüzde canlandırmanıza yardımcı olmak. Bugünlere işte o mutlu-mesut günlerden yuvarlanarak geldik.

                                                                ***

Mahkemede söylenenler ortada. Normal şartlarda günün tartışması bunlar olmalıydı ama ertesi gün hepsi unutulmaya terk edildi. Ne ses var ne seda. Demirtaş yatmaya, HDP kuyruğu kovalayanlar hiçbir şey olmamış gibi hoplayıp zıplamaya devam ediyor.

Aynı şekilde HDP’li Hasip Kaplan’ın söylediklerinden sonra da herkes kulağının üzerine yattı biliyorsunuz. Hâlbuki partisinin “Türk kökenli” bir üyesi hakkında tuhaf imalarda bulunuyordu Kaplan.

Mesele şu; bütün solu HDP’nin eki haline getirirseniz Demirtaş’ın söylediklerini kimse tartışmaz, tartışamaz. İmralı ile HDP arasında gidip gelen o mektuplar sadece AKP’ye ilişkin değil, bir bütün olarak Kürt siyasal hareketine değin de derin sorunlar oluşturur. Kimse bu ağır ithamlardan kulağının üzerine yatarak kurtulamaz. Tartışılmazsa sorun büyür, kronikleşir, felç eder.

Ayrıca not edeyim; Bunlar ortadayken kimse ikinci sınıf yazıcılara “Savaş karşıtı olamıyorlar ama Murat Belge’ye laf ediyorlar. İzmir’de metro zammını protesto etmekle meşgul oluyorlar. Yerli ve milli sol budur” falan dedirterek kuyruk kovalayanların dışında kalanlara ayar vermeye kalkışmasın. “Afrin açıklaması” var, yazdıklarımız var, söylediklerimiz var. 
Hem olsa ne olmasa ne? 
Nerede nasıl tutum alacağımızı Birikim-Radikal artıklarından öğrenecek değiliz…
Sol, gerçek bir sol bu ülkeye lazım; yazının son sözü budur. Kürt halkına daha çok lazım. 

Herkes kendi işini yapsın, herkes kendi işine baksın…

Orhan Gökdemir / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder