Modern futbolun kökleri salt bir coğrafyaya indirgenemez, çünkü futbolun özü işçi sınıfının ta kendisidir.
Bu akşam final oynayacak olan ve 1966 Dünya Kupası zaferinden beri uluslararası bir kupaya ulaşmanın hayalini kuran İngilizler, 1800’lü yılların sonlarında “British Home Championship” organizasyonu yapmışlardı. Yanlarına Britanyalı komşuları İskoçya, Galler ve İrlanda’yı da alarak...
1920’li yıllarda ise Avrupa kıtasında organizasyon olmadığını söyleyemezdik. Bölgesel kalan turnuvalar, topyekün bir şampiyonadan öncelikliydi. Bunlardan birisi olan “Orta Avrupa Kupası” ise dönemin İtalya, Macaristan, Avusturya ve Çekoslovakya gibi seçkin takımlarını bir araya getiriyordu.
Fikir ise 1927 yılında Avusturya futbol takımını zirveye kadar çekip “Das Wunderteam” efsanesini yaratan Hugo Meisl’e aitti.
Ortada hala bir Avrupa Kupası fikri olsa da kendisi yoktu. Bu fikir ise dönemin Fransa Futbol Federasyonu genel sekreteri ve FIFA delegesi olan Henri Delaunay tarafından zikredilecekti. Ancak bu öneri uzun müddet bekledi, bekletildi ve Avrupa Şampiyonası fikri diğer kıtalardan çok sonra somutluk kazandı.
İlerleyen zamanlar ve turnuvanın doğuşu
1950’li yılların ortalarındayız.
1954 yılında UEFA kurulmuştu, futbolun tahakküm ve tasallut aygıtı göreve başlıyordu. Avrupa futbolunda lokal kalan önerileri aşmak adına denenen ilk hamleler ise karşılık bulmayacaktı.
UEFA’nın o dönemki 33 üyesinden turnuva için red cevabı verenler olsa da sonrasında 17 takım “Avrupa Uluslar Kupası”na katılmaya karar verdi. Turnuva çift maçlı eliminasyon sistemine göre, deplasmanlı bir şekilde oynanacaktı ve yarı final müsabakaları ise Fransız Henri Delaunay referansıyla Fransa’da yapılacaktı.
Avrupa Uluslar Kupası adı verilen turnuvanın ilk organizasyonu bu koşullarda başlıyordu. Ancak turnuva az kalsın, beklenen ilgiyi görememesi nedeniyle, başka bir zamana havale edilecekti. Çünkü turnuvaya eleme turları dâhil olmak üzere minimum 16 takımın katılması öngörülmüştü.
Daha önce bahsi geçen ve katılıma direnen ülkelerden Britanya ülkeleri ile İtalya, İsveç ve Federal Almanya turnuva dışında kalsa da kısa zaman içerisinde katılımcı ülkeler arasındaki eşleşmeler belirlendi.
Kura çekimi, o sıralarda 1958 Dünya Kupası oynanırken yapıldığından pek rağbet görmedi. Ancak Avrupa futbolunun en büyük turnuvası artık olgunlaşma yoluna girmişti.
1960, şampiyonanın başlangıç yılı olacaktı.
Gerçek evin öyküsü: Sovyetler Birliği
O dönemlerde savaşın yaralarını henüz tam olarak sarmış sayılmasa da geçen 15 yıllık periyotta sürekli ileriye doğru yol alan Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş döneminin de keskin bir biçimde hissedildiği bir konjonktürde katılacaktı turnuvaya.Gerçi 1956’daki başarılı deneyim yol gösterici olmuştu. Sovyet futbol takımı, Melbourne Olimpiyatları’nda Yaşin, Ivanov, Streltsov, Simonyan, Ilyin ve Netto gibi bir çok üst düzey futbolcuya sahip kadrosuyla finalde Yugoslavya’yı geçecek ve futbol dünyasına bir mesaj verecekti.
1960’lara ilerleyen süreçte dönemin siyasi atmosferi de oldukça sert ve gerilimliydi. Komünizm karşıtı cephe, Sovyet sosyalizmine karşı bir izolasyon kampanyası da başlatmıştı ve pek tabii futbol da bundan nasibini alıyordu. İlginç bir şekilde, Batı Almanya, İngiltere ve İtalya gibi başroldeki piyasacı ülkeler birer birer turnuvadan çekilmişler, kendilerince bir ‘yalnızlaştırma’ politikası kurgulamışlardı.
Ancak 1960 Avrupa Şampiyonası elemeleri artık başlıyordu. Sovyetler Birliği bu şartlarda katıldığı turnuvada, eleme turlarında karşılaştığı rakibi Macaristan’ı geçmeyi başardı. İlk maç, 28 Eylül 1958’de oynandı. Moskova Lenin Stadyumu’nda 100 bin kişinin izlediği maç şampiyona tarihinin ilk karşılaşması olarak tarihe geçti.
Sovyetler Birliği maça hızlı başladı ve Ilyin’in attığı golle öne geçti. 20. dakikada Slava Metreveli ve 32. dakikada ise bu kez Ivanov’un attığı goller ile ilk yarı Sovyetler Birliği lehine sona eriyordu. İkinci yarıda Macarların Göröcs ile bulduğu gol, umutları ikinci maça taşıma adına önem kazanmıştı.
İkinci maç ise şaşırtıcı şekilde tam 1 sene sonra oynanacaktı. Ancak güçlü Sovyet takımı, Macaristan’a pek bir fırsat tanımadı ve ikinci maçta, Macaristan’daki 78 bin seyirci önündeki maç Sovyetler lehine 1-0 sona erdi.
Golü atan Yuri Voynov’du. Sovyetler Birliği ilk Avrupa Kupası’nda son sekize kalmayı başarıyordu.
Anti-sovyetizm egzersizi: Franco İspanyası
O dönemlerde faşist uygulamalar ile karşı karşıya kalan İspanya, turnuvaya katılan ülkelerden bir tanesiydi. Ülkeyi baskıcı bir diktatörlük ile idare eden Franco, çekilen kurada SSCB ile eşleşilmesi sonrasında “erken final” olarak addedilen maçın oynanmasına karşı bir pozisyona yerleşti.
“Erken final”, hiç oynanmadı. Futbol federasyonları karşılıklı olarak Sovyetler Birliği ve İspanya’da oynanacak maçları bir takvim içerisine yerleştirse de durum değişmedi.
Faşist Franco, kronik Sovyetler Birliği ve sosyalizm alerjisi yüzünden İspanyol takımının işçi sınıfının ülkesine konuk olmasına engel çıkarttı ve turnuvaya faşizmin karanlık gölgesi düşmüş oldu.
Bu durum Sovyetler Birliği’ni hükmen yarı finalist yapacaktı. 1960 Futbol Şampiyonası’nın en yakıcı olaylarından biri de kuşkusuz buydu. Yarı finallere doğrudan çıkan Sovyet takımının rakibi ise Çekoslovakya oldu. Artık yarı final ve final karşılaşmaları önceden planlandığı gibi Fransa’ya nakil olmuştu.
Marsilya’nın ünlü Velodrome Stadı’ndaki maç, Çekoslovakların yoğun baskısı ile başlasa da bu baskıyı kıran, tüm zamanların en iyi kalecisi olduğu kuşku götürmez olan Lev Yaşin oldu ve ataklar, gollük şutlar Yaşin’in eldivenlerinde eriyip, kayboldu.
Özellikle dakikalar 34’ü gösterdiğinde Çekoslovaklar için sirenler çalmaya başladı. Sovyetler, geliştirdikleri sürpriz ataklarla goller buldular. Valentin Ivanov’un önce 34’te, sonra ise 56’da Çekoslovakların direncini kıran golleri ve sonrasında Ponedelnik’in ayağından gelen gol, Sovyet futbol takımının artık finalde olduğunu ilan ediyordu!
1960 finalinin adı: Sovyetler Birliği-Yugoslavya
Final için adresin adı Paris, finalın adı ise Sovyetler Birliği-Yugoslavya idi. 1956’daki olimpiyatlardan sonra bir kez daha buluşmuştu bu iki ülke...
Gavril Kaçalin yönetimindeki Sovyet takımında önemli isimler vardı. Lev Yaşin, Givi Çoheli, Anatoli Maslenkin, Yury Voinov, Anatoli Krutikov, Igor Netto, Slava Metreveli, Valentin Bubukin, Mihail Meshi, Valentin Ivanov ve Viktor Ponedelnik gibi isimlerle güçlü bir kadroya sahipti Sovyet takımı.
Yugoslavya da dönemin en istikrarlı kadrolardan birine sahipti. Tirnaniç, Nikoliç ve Lovriç gibi bir teknik ekibe de sahiptiler. Maç, 10 Temmuz 1960 günü tam 17 bin 966 kişinin önünde ve İngiliz hakem Arthur Ellis’in düdük çalması ile başladı.
O dönemdeki tribünler koltuklu değildi ve bu nedenle, stadyumların kapasiteleri de öyle azımsanacak bir noktada sayılamazdı.
Ancak finalin bu kadar düşük seyirci ile oynanması akla başka şeyleri getirmiyor değildi. Bu sayı, bir sonraki Avrupa Şampiyonası’nın finalindeki toplam düşünüldüğünde gerçekten az sayılmalıydı.
4 yıl sonraki 1964 finali, yani Faşist İspanya ile Sovyetler Birliği arasındaki final 79 bin 115 önünde oynanacaktı çünkü...
Franco da faşizmi de bu kez tribünde olacaktı.
1960 finali özellikle Yugoslavlar için iyi başlamıştı. 43. dakikada Yugoslavya’nın golü Milan Galiç ile geldi ve ilk yarı da Yugoslavya lehine sona erdi. Ancak ikinci yarı SSCB adına Slava Metreveli’nin ayağından bir golle başlayınca durumlar değişti.
‘Tuna ekolünün’, yani oyunun ayağa ve sık, kısa paslarla oynandığı bu kolektif sistemin her atağı adeta ve her defasında duvara toslamaya başladı. Bu sinir bozucu olmaya başlayan durumun nedenini ise çoğumuz biliyordu:
Ne olacak, kalede Lev Yaşin vardı!
Lev Yaşin işçi sınıfının zarafetidir
Ne de olsa Yaşin, “Kara Örümcek” lakaplı bir emekçi ve henüz 12 yaşında İkinci Dünya Savaşı’nda cephe gerisinde mücadele etmiş koca yürekli ve bir o kadar çocuksu bir devdi. Sonrası, 18’inde keşfedilen yetenekleri ve 1960’da kendisine takdim edilen Lenin Nişanı’na kadar gidecekti.O, kalecilik anlayışını topyekün değiştiren bir mucitti de aynı zamanda. Avrupa’da yılın sporcusu seçilen tek kaleciydi.
Futbolundan keyif almayı bilirdi ve hatta onun için, kendi ifadesiyle, Yuri Gagarin’i uzayda görmenin hazzını geçebilecek tek şey, belki iyi bir penaltı kurtarmak olabilirdi...
Yaşin’in kalede büyümesiyle 90 dakika beraberlikle bitti. Hakemin düdüğü maçın ilk 30 dakikalık uzatma bölümünün geldiğini müjdeliyordu.
Maçtaki Sovyet basıncı gittikçe arttı ve sonunda 113. dakikada sol kanatta topla buluşan Meshi, Aralık 2020’de hayatını kaybeden, Rostov-na-Donu doğumlu ve Torpedo/Rostselmaş’ta yetişen Sovyet futbolcu Viktor Vladimiroviç Ponedelnik’i gördü.
Golü koklayan Ponedelnik, Sovyetler Birliği’ni Avrupa Şampiyonu yapıyor, Yugoslavlar üzerinde baskı kurmaya çalışan ve sayısız komplo teorisi ve dedikodu üreten Fransız lobisinin sesi kısılıyordu Paris’te, futbol mabedleri Parc De Princes’te…
Sovyetler Birliği ise ilk Avrupa Şampiyonası’nın kazananı oluyor ve kupayı işçi sınıfının evine götürüyordu.Futbol 'evine' nasıl dönecek?
Bugün, 2021’de, 2020’nin şampiyonunu ararken, 1960’ları hatırlamanın ve hayal etmenin sınırları var.
Ama artık sınırları ihlal etmenin, hayalleri gerçeğe dönüştürmenin zamanı gerçekten geldi.
Turnuvanın başından beri “futbol evine dönmeli” diyen İngilizler heyecanlılar.
Biz de heyecanımızı yitirmedik ancak bir farkımız var.
Alf Barnett’in sözü ile “futbol işçi sınıfının balesi” ise şayet, futbol kendi evine, onu yaratan ellere ve ilk kez icra eden ayaklara, sahibine, köklerine, işçi sınıfına dönmeli ve yeniden üretilmelidir.
Doğru soru, cevap ve çıkış yolu burada, şifre ise ilk şampiyondadır.
Evet, futbol artık ait olduğu sınıfa, gerçek evine dönmek mecburiyetindedir.
İSMAİL SARP AYKURT / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder