Meclis tarihinde bir ilk oldu.
Aradan yıllar geçmesine rağmen; büyük umutlarla başlayan, 15 Temmuz’u ve FETÖ’yü araştıran komisyonun nihai raporu basılmadı.
Neden korkuldu? Neyin bağlayıcılığı olacaktı o rapor? Ve kapalı kapılar ardında neydi matbaanın kapısına kilit koyduran?
İşte bu sorulara dair birçok tez ortaya atıldı.
AKP kulislerinde ise çarpıcı bir iddia vardı.
Buna göre...
Cumhurbaşkanı Erdoğan önce komisyon başkanı Reşat Petek’e “raporu basın” onayı verdi. Ancak tam da bu onay sonrasında, hem hukuk profesörleri hem de Meclis’in ilgili uzmanları bazı komisyon üyelerini ziyaret etti. İşte o gizli ziyaretlerde şu uyarılar yapıldı:Eğer TBMM, bu 15 Temmuz raporunu resmi olarak basarsa...
1- AİHM bu raporu delil kabul eder ve darbeye bire bir karışanlar dışındaki FETÖ’cüleri aklar.
2- FETÖ yargılamaları siyasi ayağa da sıçrar.
İşte bu uyarılar dikkate alındı ve Erdoğan geri adım attı; nihayetinde TBMM kendisini bombalayan örgütü raporlaştırmadı.
Halk TV’deki “Açıkça” programında özetlediğim bu kulis bilgisini, Darbe Komisyonu’nun başkanvekili Selçuk Özdağ da canlı yayında doğruladı.
15 Temmuz’a dair suskun kalan isim
15 Temmuz’un perde arkasına dair çok şey bilenlerden biri kuşkusuz Necip Cem İşçimen. 69 ayrı FETÖ davası açan, Yurtta Sulh Konseyi’ni isim isim deşifre eden, dönemin Ankara Anayasal Düzene Karşı Suçlar Bürosu Başsavcıvekili’ydi.2017’de kızağa çekildi. Şimdi suskun.
Ama Savcı İşçimen, keşke bir gün şu konulara açıklık getirse:
1- Hulusi Akar ve Hakan Fidan’ın 15 Temmuz’a dair ifadelerini almak istediği için mi görevden alındı?
2- Ankara’daki hangi çok kritik bürokrata gözaltı yapacakken engellendi? FETÖ kumpasları döneminde Emniyet Genel Müdürü olan o bürokrata operasyon yapmaması için kimler tarafından arandı?
3- Önemli isimlerle yaptığı güvenlik toplantısında, kimin 15 Temmuz’daki hangi kamera kayıtlarını gördüğünü söyledi? Rehin sanılan o isim o görüntülerde neler yapıyordu?
4- “Akıncı Üssü’nde kimi bulursak alalım” talimatını o vermesine rağmen, Adil Öksüz neden kendisine değil de başka adliyeye teslim edildi?
5-Darbe girişiminin ertesi günü, Hulusi Akar’la birlikte Çankaya Köşkü’ne gelen Mehmet Dişli aslında nasıl gözaltına alındı? Dişli’nin Çankaya Köşkü’nde olduğunu dönemin Ankara Başsavcısı Harun Kodalak’a kim ihbar etti?
6- Teknokent soruşturması kapsamında Hacettepe Üniversitesi’ne ait bazı yerler TÜRGEV’e mi verilmek istendi? Buna direnince başına neler geldi?
7- İstanbul yargısı PDY (Paralel Devlet Yapılanması) ismini kullanırken, onlar neden FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) demeyi tercih etti? FETÖ teriminin ilk kullanıldığı resmi belge olan 2015’teki TÜBİTAK iddianamesinin yazım sürecinde neler yaşadı?
Bu arşiv, Bahçeli’nin hoşuna gitmeyecek
Hani ne demişti filozof: Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz. Haklı değil mi, hem nehir hem sen değişirsin. Belki Erdoğan’ın konuşmalarını görse filozof karar değiştirirdi.Neden mi? Cumhurbaşkanı, geçen cuma günü Diyarbakır’a gitti. Bölge halkına el uzattı. En çok da AKP’lilerin “Biji Serok Erdoğan” sloganı tartışıldı. MHP’nin Davutoğlu’na karşı yıllardır dilinden düşürmediği “Serok Ahmet” sloganına gönderme yapılıp “buna ne diyeceksiniz” denildi.
Ama asıl mesele Erdoğan’ın, “Biz Diyarbakır’da 2005 yılında size ne demişsek dün de oradaydık, bugün de aynı yerdeyiz, yarın da aynı yerde olacağız” ifadelerindeydi.
Peki, Erdoğan 2005’teki o ziyaretinde ne demişti? Şunu:
“Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur.”
Lakin, açıp bakıyorum...
Erdoğan aslında hep bunu söylemiş. 2009’da da 2012’de de 2013’te de...
Şimdi...
Buraya kadar her şey konuşuldu. Asıl gizlenmek istenen ise MHP lideri Bahçeli’nin ne dediğiydi. Zira, muhalefetteyken defalarca Erdoğan’ın 2005 Diyarbakır konuşmasını yerden yere vurmuştu.
MHP’nin sitesini açıyorum. Erdoğan’ın 2005 Diyarbakır çıkışına Bahçeli’nin aynı tarihlerde verdiği tepki halen orada duruyor:
“Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin karşısındaki silahlı bölücü terör sorununu etnik bir kimlik talebi olarak görmüş ve buna siyasi ve hukuki statü kazandırılması anlamına gelecek sorumsuz beyanlarıyla bölücü heveslerin iştahını kabartmıştır. Sorunun teşhisinde ve tedavisinde tam bir gaflet içinde olan Başbakan Erdoğan, siyasi çözüm talepleri için zemin hazırlamış, bölücü terörün siyasi kimlik ve meşruiyet kazanma çabalarının önünü açmıştır.”
Bahçeli yıllar boyu aynı üslubu isim ve yer vererek sürdürdü. Örnek olsun, 2009 yılında şunu söyledi:
“Başbakan 2005 yılında Diyarbakır ziyaretinde yıllarca var olan bölücü terör olayını Kürt sorununa dönüştürerek, bölücü terörü bu ülkede yaşayan toplumun insanları arasında bir etnik çatışmaya temel olabilecek tarihi bir hatayı işliyor.”
Örnekler çoğaltılabilir ama sanırım anlaşıldı.
Kısacası “başkan” kelimesinin Kürtçesi olan “serok” lafı büyük kriz değil. Kriz, Erdoğan’ın geri dönüp 16 yıl önceki konuşmasına yeniden atıf yapmasında. Aynı yerde durduğunu söylemesinde. O günkü pozisyonunu korumasında.
Zira “Kürt açılımı”nın başlangıç tarihi olarak görülen 2005’teki o konuşma, MHP tarafından da “ihanet” olarak okunuyor. Haliyle Bahçeli’ye asıl sorulması gereken soru şu: 2005 Diyarbakır konuşması hakkında fikriniz değişti mi?
Barış Pehlivan / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder